31 Ağustos 2006

Özel Bir Futbolcu


İngiltere Milli Takımı'nın eski futbolcusu Teddy Sheringham 41 yaşında olacağı 2006-2007 sezonunda da Premier League'de gol atmaya devam edecek.. 39 yaşındaki golcü futbolcu West Ham ile 1 yıllık sözleşmeye imza attı.

Nisan ayında 40 yaşına basacak olan Teddy Sheringham, West Ham ile kontrat yeniledi. Bu sözleşme İngiltere Milli Takımı'nın eski golcüsünün 41 yaşında da Premier League'de gol atacağı anlamını taşıyor.Portsmouth'da 1 sezonun ardından serbest bırakılan Sheringham, 2004 Temmuz'da West Ham'a katılarak kulübün yeniden Premier League'e dönmesine yardımcı olmuştu.Milwall, Nottingham Forest, Tottenham, Manchester United ve Spurs formaları giyen 39 yaşındaki Sheringham devre arasında Spurs'a geri dönmeyi reddetmişti.Bu sezon 14 lig maçına çıkan Sheringham Premier League'de 4 gol kaydetme başarısı gösterdi.Serbest kaldıktan sonra West Ham'a geldiğinden beri 53 maçta 26 gol kaydeden 39 yaşındaki golcü aynı zamanda Premier League'in en yaşlı futbolcusu olmaya aday.

Şu anda Celtic teknik direktörü olan dönemim orta saha oyuncusu Gordon Strachan, 1997'de Coventry City ile son Premier League maçına çıktığında 40 yaşından 73 gün almıştı.Nisan 1966'da doğan Sheringham şu anda Premier League'in en yaşlı futbolcusu ve gelecek sezon imzaladığı bu kontratla sahaya çıkarsa 41 yaşında Premier League'de forma giyerek tarihe geçecek.

2001'de futbolcuların oylarıyla "Yılın Futbolcusu" seçilen Sheringham'ın kırması zor olan rekor ise Premier League'den öncesine dayanıyor.. Premier League'in 1992-93'de kurulmasından önce 1960'larda forma giyen kanat oyuncusu Stanley Matthews, İngiltere Ligi'nde son maçına çıktığında 50 yaşındaydı.

Fotograf : www.whufc.com

Çocuk Yapmadan Önce Tekrar Düşünün



Tahmin edebileceğiniz bir ürünün reklamı.

Avrupa'nın En Güvendiği Markalar


Reader’s Digest’s dergisinin altıncı kez düzenlediği ‘Avrupa’nın Güvendiği Markalar’ anketinin sonuçları açıklandı. Bu yıl 14 Avrupa ülkesinden 25.434 kişinin katıldığı ankette, katılımcılar çeşitli ürün kategorilerinde en güvendikleri markaları belirlemenin yanı sıra, kalite, değer, imaj ve tüketicinin ihtiyaçlarını anlama kriterleri bakımından da markalara puan verdiler.

Ankette Nivea ve Nokia, Avrupa’nın en güvenilen markaları seçildiler. Araştırmanın yapıldığı 14 ülkenin hepsinde Nivea ve Nokia kendi kategorilerinde birinci oldular. 2001 yılından beri cep telefonları kategorisinde Nokia, Avrupa’nın en güvendiği marka ünvanını sürekli korudu. Nivea ilk kez 2005’te cilt bakımı kategorisinde bu ünvanı elde etmişti. Kredi kartı kategorisinde, Visa, Macaristan hariç 13 ülkede en güvenilen marka seçildi. Macaristan’da bu konuma MasterCard ulaştı.

Tüketicilere “Bir markanın güvenilir olmasındaki en önemli kriter nedir?” diye sorulduğunda, Portekiz’de oylamaya katılanların çoğunluğu “çevreye karşı sorumlu olması” yanıtını verirken, Rusya’dakilerin çoğunluğu “makul fiyatı” şeklinde yanıtladılar.

Reader’s Digest’s strateji direktörü Gavin Murray, araştırma sonuçlarını şöyle yorumladı: “Tüketicilerin markalar hakkındaki güven tutumları her yıl ani değişiklikler göstermiyor, ancak tüketicilerin güvenini kazanmak zor, kaybetmek ise nispeten kolay.“

Avrupa’da En Güvenilen Markalar (14 ülkede)

Nivea (Cilt Bakımı) – 14 ülkede
Nokia(Cep telefonu) – 14 ülkede
Visa(Kredi Kartı) – 13 ülkede
Canon(Fotoğraf makinesi) – 10 ülkede
Kellogg(Hububat Kahvaltılık) – 10 ülkede
Ariel(Deterjan) – 6 ülkede
Miele(Mutfak aleti) – 6 ülkede
HP (PC) – 6 ülkede

En önemli güven kriterleri:
Yüksek Kalite: Avusturya, Finlandiya, Almanya, Hollanda, Polonya, İsviçre, İspanya, İngiltere.
Makul Fiyatı: Belçika, Fransa, Rusya.
Kişisel Deneyim: Macaristan.
Çevreye Karşı Sorumluluk: Portekiz.
Köklü geçmişi: Çek Cumhuriyeti.

(Kaynak: Marketing Türkiye -> International Ist, 2006, 2. sayı)

24 Ağustos 2006

FB neden elendi ?


Bir Fenerbahçe taraftarı olarak, dün gece Dinamo Kiev'e karşı alınan sonuç ile elenmemize üzüldüm fakat kanımca çok büyük bir süpriz olmadı. Diğer futbol guruları ellerinde kalemleri ile "He bak gördün mü ! ben demiştim pazar gecesinden böyle böyle olmaz diye. Al işte elendiler" vb gibi yazılarını yazadursunlar, bu tür sonuçların esas kaynakları biraz da genetik yapımızla ilgili sanırım :

- Çok çabuk gaza geliyoruz, çok çabuk da demoralize oluyoruz,
- Rakibi ve karşımızdakini hafife alıyoruz,
- Takım oyunu ve disiplinimiz yok,
- Kısa vadeli düşünüyoruz,
- Az şeyler üretip, çok şeyler bekliyoruz,
- Hep hakem hatalı,
- Hemen bir suçlu buluyoruz,
- Hiç örnek ve ders almıyoruz.

Dün geceki Fenerbahçe takımına baktığımızda, bir kere sahaya çıkan kadro ümit vermiyor. Defansta, Avrupa arenasına yeni çıkmış 2 acemi genç, sağ ve sol kanatlarda kendi yerleri olmayan oyuncular, orta sahada ise pres yapmayan, savunmaya yardım etmeyen oyuncular, ileride de biri hep yedek kalmış ama adam yokluğunda ilk 11 e çıkmaya başlayan bir oyuncu ve yanında sadece koşan ve hala halı saha futbolu mantığıyla oynayan diğer bir oyuncu. Ne güzel değil mi böyle eleştirmek, bu sözleri söyleyip haklı olduğunu düşünmek. Burada ilk önce eleştirilmesi gereken taraftar : Gol atınca ölesiye bağırıp sevineceksin, 4 dakika sonra gol yenince sus pus olacaksın. Sonra gelelim yönetime ve antrenöre : Bu takımdaki oyuncuların kapasitelerini bu yönetimdeki beyler bilmiyorsa kimse bilemez.
Antrenörde bu takımı 2 ay kampa sokup kim işe yarar, kim yaramaz, ciddi maçlara az kaldı, şunu şunu alalım demiyor veya diyemiyorsa maalesef bu nedenleri toplarsak yukaridaki fotograf önümüze çook çıkar.

Maalesef Türkiye liginden çok, son 3 yıldır İngiliz Premier Ligini daha çok izliyorum. Neden mi ? Bir kere futbolun bir spor olduğunu, bir aktivite olduğunu biliyor oradaki herkes. Savaş değil, bir gösteri oyunu. Futbolcularda mücadele had safhada, sadece oyuna konsantre oluyorlar, hakeme veya top toplayan çocuğa! kızmıyor, bağırmıyor, diyaloga girmiyorlar, işlerine bakıyorlar. Takımlarının yöneticileri ön plana çıkmıyor, profesyonel bir şirket gibi yöneticilik yapıyorlar sadece. Yani herkes kendi işini yapıyor. Taraftarlar ise ailece geliyorlar, kendi koltuklarına oturuyorlar ve mantıksızca bağırmıyorlar, izliyorlar ama taç a çıkan bir topa bile efekt yapıyorlar ve korner atışı olduğu zaman bile bir gol olmuş gibi alkışlayıp takımlarını motive ediyorlar. Oyuncular ise takım disiplini ile oynuyorlar, modern futbolun gerekleri ne ise oyunu yapıyorlar ve sonuç olarak da tv den izlenen bu müsabaka bana bir futbol hazzı veriyor.

Gönül isterdi ki, Fenerbahçe olsun ve diğer takımlarımız olsun önce futbolun ana felsefesiyle sahaya çıksalar, taraftarlar bu şekilde davransa ve destek olsa, yöneticiler sadece işlerini yapsalar ve medya da hemen bir suçlu veya bir kahraman bulmaya çalışmasa, başarı veya başarısızlıkların biraz kollektif olduğunu bilseler ve herşeyi çok iyi bildiklerinin reklamını yapmasalar.

Not : Dün geceki maçta yorumculuk yapan İlker Yasin gerçekten olumlu ve doğru teknik düşünceleri sundu. Fakat O, bu düşünceleri söylerken ekranın 4'te 1'ini kaplayan reklamlardan topun nerede, kimin ayağında olduğunu da görebilseydik, hem kulağımız hem de gözlerimiz aynı ritmi yakalayabilirdi.

Fotograf : Hürriyet

RSS Nedir ?


Son yıllarda birçok sitede, o ünlü küçük turuncu kutucukla karşılaşır olduk. Evet turuncu RSS kutucukları. Peki nedir RSS, gelin biraz daha detaylı bakalım.

RSS, ingilizcesi “Rich Site Summary” olan “Zengin Site Özeti” anlamına gelen XML tabanlı bir içerik özetleme standardıdır. Bu standart sayesinde, websiteleri ve portallar, içeriklerindeki yenilikleri XML formatında özet bir şekilde kullanıcılarına sunmaktadır. Bu özet bilgi, yeniliklerle ilgili “meta-data” yani “üst-bilgi”ler içerimektedir. Örneğin, bir haber sitesi “güncel haberler” başlığı altında yeni yayınladığı haberlerin özet bir üstbilgisini örneğin haberin başlığı, kısa özeti ve eklenme tarihini RSS yoluyla, aktif RSS kullanıcılarına sunabilir. Kullanıcılarda, takip ettikleri tüm haber sitelerinin ilgi alanlarına giren haber kategorilerinin RSS yollarini öğrenip, bunları RSS okuyucu programlar sayesinde belirli aralıklarla kontrol edip yeni haberlerden anlık haberdar olabilirler. RSS, bu özelliğiyle kullanıcıların takip ettikleri spesifik konulardaki gelişmeleri tek bir program kullanarak (bir RSS okuyucu), siteler arası sörfe dalmadan anlık bir şekilde takip etme olanağı bulmuşlardır.

RSS, doğumundan itibaren her standart gibi evrim geçirmiş ve birkaç farklı versiyona sahip olmuştur. Ayrıca, RSS’ten sonra farklı içerik yapılarındaki sistemler içinde özetleme standartları ortaya çıkmıştır. Örneğin, yine sonyıllarda çok popüler olan weblog’ların içöerik özetlemesinde RSS’in yetersiz kaldığı görülmesi üzerine bu alana daha uygun bir özetleme standardı olan Atom ortaya çıkmıştır. Bu gibi sebeplerle RSS günümüzde birkaç farklı versiyona sahiptir.

“İyi hoşta bir kullanıcı olarak ben RSS desteği olan sitelerden nasıl faydalanacağım?” diyorsanız yapacağınız şey hemen bir tane RSS okuyucu edinmek. Şuan piyasaya birçok ücretsiz RSS okuyucusu bulunmakta. Bazıları ayrı birer program, bazıları ise Microsoft Outlook gibi e-posta yazılımlarınıza eklenti olarak geliyor ve RSS içerikleriklerinizi takip etmenize ve yönetmenize olanak veriyor.

Kaynak : donanimmerkezi.com

E-kolay' ın ücretsiz RSS programını indirmek için buraya tıklayın.


23 Ağustos 2006

FIBA 2006 Japonya - Resmi Sponsorları



Tüm hızıyla heyecan içinde devam 2006 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonasını mutlaka çoğumuz izliyor. Çünkü ikinci kez katıldığımız ve Tanjevic önderliğinde 4 te 4 yapan A Milli Takımımızın başarıları büyük yankı getirdi. Havasından mı suyundan mı bilmiyorum ama Japonya'da gerçekleşen Dünya Şampiyonaları bize nedense şanslı geliyor. (Örnek 2002 FIFA Dünya Kupası). Bu maçları ekrandan izlerken ister istemez, parkelerin hemen yanlarında bulunan reklam panolarındaki markalar dikkatimizi çekiyor. Açıkçası, adını ilk kez gördüğüm bazı markalar maç içinde olmasa da maçtan sonra aklımı kurcalıyor. Bu yüzden küçük bir araştırma yaparak bu merakımıı gidermeye çalıştım.

Öncelikle bu şampiyonanın 8 ana resmi sponsoru olduğunu hatırlatayım.

Toyota : Açıklamama gerek yok herhalde. Dünya'nın en iyi otomobil üreticilerinden - Japonya

JAL :
Japonya Havayolları - Japonya

Vodavoda : Arteska Grubuna bağlı bir doğal kaynak suyu markası - Sırbistan Karadağ

Kirin : Tam açılımıyla Kirin Brewery Co Ltd - Alkollü / Alkolsüz içecek üretiyor - Japonya

Fuji Xerox : Baskı aletleri üreten şirket - Japonya

Tokio Marine :
Merkezi Tokyo'da olan liman işletmesi - Japonya

Sinalco : Meşrubat devi - Almanya (Sırbistan Karadağ takımının sponsoru aynı zamanda)

Toshiba : Tahmin ettiğiniz gibi elektronik ürünler üretiyor :) - Japonya

21 Ağustos 2006

Turkcellim Benim


Canim Turkcellim, Türkiyenin en iyi gsm operatörüsün, 26 milyonu aşkın müşterin var, süper kampanyaların var, logondaki salyangozunu da çok seviyorum ama kandil akşamları arkadaşıma mesaj yollayabilsem, faturalı hattımdan kontörlü hattıma kontör transfer etmeme izin versen, Turkcell Webmesaj dan "sunucuda problem oluştu, lütfen sonra deneyin" demesen ve bende oradan işlem yapabilsem çok mu olurum ?

14 Ağustos 2006

Bir Masal


Mavi kız

Bilmem hangi ülkenin, bilinmedik bir köyünde, ılık yaz gecelerinde dünyayı bir masal ülkesine çeviren ay ışığı kadar solgun ve masmavi bir kız yaşarmış.

Çevresinde faun’ların cirit attığı, Nymphe’lerin saklambaç oynadıkları sihirli ormanlar, bu ormanların zümrüt çayırlarında otlattığı bir sürüsü ve gecelerini süsleyen billur yıldızlarıyla yaşarmış bu küçük mavi kız.

Onu herkes, herkes öyle çok severmiş de, o yine de mutlu değilmiş… Dünyaya soluk, cansız gözlerle kederli kederli bakarak hep;

- Her şey ne kadar renksiz, ne kadar ruhsuz… dermiş!

Ve böylece gökkuşağının yedi renkli özlemiyle yaşarmış.

Köyün bütün yakışıklı delikanlıları küçüğün bu mutsuzluğunu, bu yalnızlığını anlamaksızın ona sevgilerini sunmuşlar.

- Ah… evet! demiş küçük kız. Sevginiz ne kadar güzel. Ama benim dünyam ne kadar renksiz... Gökkuşağının asılı olduğu o renkli zirvelere ulaşıncaya kadar!

- İstediğin öylesine güçlü, sense öylesine solgun, öylesine inceciksin ki… demişler. Korkmuyor musun yarı yolda kalmaktan?

- Bana güç verecek insanı bekliyorum; biliyorum ki arzum beni dilediğim yere ulaştıracak o zaman.

Böyle dermiş ve eser geçermiş zümrüt çayırlarından ! Akar sularda dalgalanan soluk aksini seyreder, tabiat ananın büyüleyici musikisiyle tatlı rüyalara dalarmış.

İşte böylece, Demeter ananın doğayı özenerek süslediği ılık bahar günlerinden bir gün, kızın akarsudaki aksi yanına bir gölge düşmüş. Ve masmavi kız dalgalanan suda ateş gibi parlayan bir çift gözün kendisine baktığını görmüş.

- Söyle bana küçük kız, demiş kalın bir erkek sesi… Yolunu şaşırıp insanlar arasına karışan bir orman perisi misin sen?

- Eğer orman perilerini arıyorsan yabancı adam; diye fısıldamış kız; o ben değilim! Ben sürüsünü güden bir çobanım. Ya sen? Sen kimsin!

- Ben? Müziğini doğadan, şarkılarını sevgilerinden alan bir saz şairiyim!

Nefesi kızın ince telli saçları arasından sızıp, onun soğuk yüreğine kadar ulaşmış ve kızın benliğini hafif bir heyecana boğmuş…

- Eğer, diye fısıldamış kız, sudaki aksinden daha gerçeksen; sen benim beklediğim insansın…

Yaramaz meltem sularda dalgalanan iki başı birbirine karıştırınca küçük mavi kız arkasına dönüp saz şairine bakmış.

Erkek bir sögüt dalı kadar ince ve uzun boyluymuş. Güçlü kolları ile kızı sarmış; gerçekmiş bu ! Solgun küçük yüz pembeleşmiş, cam gözler parlamış.

Yaban gülleri ilk buse ile kızarmışlar; bülbüller aşk şarkıları söylemeye koyulmuşlar. Kır çiçekleriyse meltemle nazlı nazlı flört etmeye başlamışlar. Cupiton neşesinden taklalar atıp doğadaki binbir hedefini ok yağmuruna tutmuş o zaman.

Küçük kız mutlu imiş ve her şey öylesine güzelmiş ki o gün…

Sonra delikanlı hafif adımlar atarak ince gövdesiyle dalgalanırcasına yürümüş; özgür ve güçlü kollarını ona açıp:

- Gel ! demiş, Madem ki beni bekliyordun… Gel ! Ardına bakmadan, korkmadan, tut ellerimden ve yürü… Ne istediğini biliyorum. Sorgulamadan, sana verebileceğimden fazlasını beklemeden… Hayal gücünün erişemediği zamanlardan ve ülkelerden geçeceğiz; el ele… Gel.. Gel !

Ve beraberce yürümüşler, yürümüşler, yürümüşler…

Ben biliyorum; onlar ilk önce doğuya gittiler. Japon çiçekleriyle bezenip, Çin’in sarı aleminden geçtiler. Mısır’da delikanlının tatlı sesi ve büyülü müziği Firavunları bin yıllık uykularından uyandırdı ve onlar da küçük kıza zamanlarının gizemli güzelliğini armağan ettiler.

Çölün kızgın güneşi onların tenine değdi. Sonra Afrika’nın büyülü gizemlerini saklayan gölgeli ormanlarına girdiler. Akarsularda gölgeleri birbirine karışıyor, adımları arkalarında tek iz bırakıyordu. Cennet kuşları çevrelerini renklerle donatırken yollarının üzerindeki vahşi hayvanlar siniyor, tamtamların bitip tükenmek bilmeyen vuruşları kalplerinin atışlarına karışıyordu. Denizlere doğru uzandılar… Kıyılarında sirenlerin gizemli şarkılarıyla dans ettiler. Sonra bir gün de denizin koynuna daldılar. Poseidon onları saltanat arabasına aldı ve onlar da denizin garip müziği eşliğinde dans eden yunusları izleyerek bu esrarlı ülkenin mercandan saraylarından geçip bir gün Kıbrıs kıyılarında su yüzüne çıktılar.

Kıbrıs’ta onları bu kez de Afrodit karşıladı. Ve ta…. Olimpus dağına kadar çıktılar beraberce. Böylece Afrodit küçük kızın gözlerine sevdiği delikanlının hayalini nakşettirdi, ölümlü Araknia’ya…

Nihayet bir gece ay tanrıça Selene’nin saltanat arabasının peşine takılarak Venedik’e indiler. Selene gümüş elbisesiyle Venedik kanallarında yıkanırken kızın saçlarına gecenin siyahlığını dokudu; yıldızlarının pırıltılarıyla süsledi bu küçük başı. Ve delikanlı, kollarının arasında ruh ve renk bulan küçük sevgilisiyle gondolunu gecenin hayallerle dokunmuş gizli alemine itti. Mehtap önlerinde gümüşten bir yol çizerken, düşleri onlara Venedik’te billurdan bir ülke yaratıyordu. Bu öylesine güzeldi ki, mehtap bile onları seyre daldı da bu yüzden şafak aydınlığına yakalandı.

İspanya’nın güneşi kıpkırmızıydı… Kan vardı, al renkli şarap vardı İspanya’da ! Geceleri ateşliydi ve bu gecelerde şarapla küçük kızın dudakları al, al oldu. Delikanlı binbir kıvılcımın parladığı gözlerine baktı sevgilisinin:

- Aşık mısın küçüğüm?

Evet, Cupidon orada yayını çekmişti… Tam isabet!

Kız aşkın kanatlarını takmış yükseliyordu artık. İşte böylece iki sevgili Apollon’un ışınlarıyla süslenen zirvelere doğru yükselmeye başladılar.

Delikanlının mutlu ve güçlü eli onu yükseltiyor, yükseldikçe de hız kazandırıyordu. Kız bir gün kederle ardında kalan saz şairine baktı. Ondan artık daha fazlasını isteyemeyeceğini anlıyordu. Zira Cupidon’un okları delikanlının özgür yüreğine işleyememişti.

- Seninle mutluyum, demiş kıza; senin gözlerinde kendi aksimi gördükçe mutlu oluyorum. Ama görüyorum ki artık yanında yürüyemeyeceğim bir yolda ilerliyorsun. Yeter, gitme artık; dön… Böyle kal!

Küçük kız geri dönmemiş. Gök kuşağının dayandığı zirvelere kadar yükselmiş. Mutluymuş ama yalnızlığı etrafındaki bütün renkleri eritmiş, bitirmiş.

Zira bilinir ki, zirveler arzu edilir, ancak erişildiği zaman orada karanlık ve yalnızlıktan başka bir şey bulunmaz.

Dön!.. Dön! Dön!..

Oysa küçük kız orada mutluluğunu haykırırmış…

Günlerce… Aylarca… Ta… zamanın dışına kadar çıkarak. Bir gün de

“Mutluyum” diyen sesinden..

Ve gözlerinde delikanlının hayalinden başka bir şeyi kalmamış.

Aşk’ı yaşamış, o eriyip bitmiş…

Gök yüzünde küçücük bir bulut gibi..

unutulmuuuuuş…


Kaynak : Aydan Sümercan
Fotograf : victoriantrading.com


13 Ağustos 2006

Zafer Adidas'ın

İkinci yarısına yetiştiğim İngiltere Süper Kupa finalinin galibi maçı 2-1 alan Liverpool oldu. Sezon öncesi olduğundan herhalde 2 takım da ortaya çok gösterişli bir oyun koyamadı. Yine de izlenmeye değerdi ve çekişmeli bir maç vardı ortada; ayrıca yeni transferler ve en önemlisi Shevchenko yu çok merak etti gözler.

Finalin sonunda bana göre ne Shevchenko'nun performansı, ne Liverpool'un zaferi ne de maç öncesi Mourinho'nun Premier Lig'deki rakiplerine gözdağı veren açıklaması bir detayı gözardı etmemi engelledi. Bu da Adidas'ın zaferiydi. Bu sezona kadar Chelsea Umbro ile, Liverpool'da Reebok ile anlaşmalıydı. Gerçi Liverpool 80-90 yılları döneminde Adidas'la anlaşmalıydı fakat Adidas ne yaptı ne etti Premier Lig'in bu gözde 2 takımını giydirmeyi başardı. Sadece Britanya'da değil, özellikle Uzakdoğu ve Dünya'nın diğer bölgelerinde geniş bir taraftar kitlesi olan bu 2 takımın Adidas'ı tercih etmeleri, rakipleri Nike'a karşı aldıkları en önemli zaferlerinden biri olmalı.

İtalya'da Milan, İspanya'da Real Madrid, Almanya'da Bayern Munih (aralarında ömür boyu bir anlaşma var sanırım), ve şimdi İngiltere'de de Chelsea & Liverpool Adidas kullanacak. Yani eski görkemli günlere dönüş gibi. Avrupa'nın en önemli futbol mabedlerinde artık daha fazla Adidas formalı taraftarları izleyeceğiz. Marka ve reklam pazarlama harikası Nike tabii boş durmayacak ama önümüzdeki sezonu bekleyecek maalesef. Ayrıca Adidas'ın kızgın kardeşi Puma'nın tarihinde ilk kez bir Dünya Kupası şampiyonunu çıkardığı yıl ile aynı döneme denk gelmesi de ilginç.

Meraklısına birkaç bilgi:

Fifa'nın resmi hakem trio forması ve Fifa'nın resmi futbol topları : Adidas

Türkiye Futbol Federasyonu'nun resmi hakem trio forması : Adidas

Türkiye Futbol Federasyonu'nun resmi futbol topları : Nike


Fotograf :
Hürriyet Gazetesi

12 Ağustos 2006

Müthiş bir tv reklamı



Merkezi Washington'da olan ve 1992 yılında kurulmuş olan XM Satellite Radio firmasının tv reklamı. 60 saniyelik reklam filminin son 7 saniyesine kadar firma ve faaliyeti hakkında hiçbir ipucu vermiyor, baştan bitime kadar merak ve sürükleyicilik var, teknolojik efektler yerinde ve etkili kullanılmış. Sonuç olarak da böyle müthiş bir tv reklamı karşımıza çıkıyor.

Paranın satın alamadığı şeylerde var ...


Bugatti Veyron EB

Bugüne kadar 3 kişi test sürüşü sonrasında yetersiz bulundukları için otomobil satın alamamış. Bugatti yetkilileri : "Bugatti çok hızlı bir otomobil. Bu otomobil kontrol edebilecek deneyime sahip olmayanlar ölümcül kazalar yapabilir. Çünkü sürücü bir süre sonra direksiyonda tünel etkisine kapılıyor. Uzaklık, yakınlık ortadan kalkıyor, yoldaki nesnelerin görüntüleri deforme oluyor. Bu yüzden Bugatti' nin direksiyonunda kimsenin ölmesini istemiyoruz."

Özellikleri :
16 silindirli 7993 cc'lik bir motor, 4 tekerlekten çekiş sistemi, 7 kademeli otomatik vitesli şanzımanla, 4 adet turbo, 1001 beygir güç, 406 km/s maksimum hız,
0-100 kilometre 3 saniye, 0-300 kilometre 14 saniyede.

Kaynak : Bana ulaşan bir forward e-mail.

Merhaba

Çok da merak edilecek biri olmadığımdan kısaca kendimi tanıtmak istiyorum :
29 yaşındayım / Başak burcuyum / İşletme okudum / Reklam firmam var / İngilizce ve Almanca biliyorum
....

İlgilendigim Konular :

Reklam ve reklam pazarlama yöntemleri - Online reklamcılık - Web tasarımı -Grafik tasarımı - 3D Animasyon - Advertorial reklam çekim teknikleri - Marka yönetimi - Moral motivasyon - İş ve Toplum psikolojisi - Yazı fontları - Yeniçağ tarihi - Rus edebiyatı - Akdeniz kültürü - Futbol formaları ... ve Brit Rock.

Favori Sözler :
- Herşey önce düşüncede başlar.
- Ekonominin bozulduğu yerde ahlak da bozulmaya başlar.
- Muhammet Ali'ye 11 Eylul ile ilgili olarak bir sunucunun sorusu : "Bu saldırıları gerçekleştiren kişilerle ayni Din'î paylasmak nasıl bir duygu" sorusuna verdiği cevap, "Sizin Hitler le ayni Din'i paylaştığınız duygu gibi".