Bir Masal

Mavi kız
Bilmem hangi ülkenin, bilinmedik bir köyünde, ılık yaz gecelerinde dünyayı bir masal ülkesine çeviren ay ışığı kadar solgun ve masmavi bir kız yaşarmış.
Çevresinde faun’ların cirit attığı, Nymphe’lerin saklambaç oynadıkları sihirli ormanlar, bu ormanların zümrüt çayırlarında otlattığı bir sürüsü ve gecelerini süsleyen billur yıldızlarıyla yaşarmış bu küçük mavi kız.
Onu herkes, herkes öyle çok severmiş de, o yine de mutlu değilmiş… Dünyaya soluk, cansız gözlerle kederli kederli bakarak hep;
- Her şey ne kadar renksiz, ne kadar ruhsuz… dermiş!
Ve böylece gökkuşağının yedi renkli özlemiyle yaşarmış.
Köyün bütün yakışıklı delikanlıları küçüğün bu mutsuzluğunu, bu yalnızlığını anlamaksızın ona sevgilerini sunmuşlar.
- Ah… evet! demiş küçük kız. Sevginiz ne kadar güzel. Ama benim dünyam ne kadar renksiz... Gökkuşağının asılı olduğu o renkli zirvelere ulaşıncaya kadar!
- İstediğin öylesine güçlü, sense öylesine solgun, öylesine inceciksin ki… demişler. Korkmuyor musun yarı yolda kalmaktan?
- Bana güç verecek insanı bekliyorum; biliyorum ki arzum beni dilediğim yere ulaştıracak o zaman.
Böyle dermiş ve eser geçermiş zümrüt çayırlarından ! Akar sularda dalgalanan soluk aksini seyreder, tabiat ananın büyüleyici musikisiyle tatlı rüyalara dalarmış.
İşte böylece, Demeter ananın doğayı özenerek süslediği ılık bahar günlerinden bir gün, kızın akarsudaki aksi yanına bir gölge düşmüş. Ve masmavi kız dalgalanan suda ateş gibi parlayan bir çift gözün kendisine baktığını görmüş.
- Söyle bana küçük kız, demiş kalın bir erkek sesi… Yolunu şaşırıp insanlar arasına karışan bir orman perisi misin sen?
- Eğer orman perilerini arıyorsan yabancı adam; diye fısıldamış kız; o ben değilim! Ben sürüsünü güden bir çobanım. Ya sen? Sen kimsin!
- Ben? Müziğini doğadan, şarkılarını sevgilerinden alan bir saz şairiyim!
Nefesi kızın ince telli saçları arasından sızıp, onun soğuk yüreğine kadar ulaşmış ve kızın benliğini hafif bir heyecana boğmuş…
- Eğer, diye fısıldamış kız, sudaki aksinden daha gerçeksen; sen benim beklediğim insansın…
Yaramaz meltem sularda dalgalanan iki başı birbirine karıştırınca küçük mavi kız arkasına dönüp saz şairine bakmış.
Erkek bir sögüt dalı kadar ince ve uzun boyluymuş. Güçlü kolları ile kızı sarmış; gerçekmiş bu ! Solgun küçük yüz pembeleşmiş, cam gözler parlamış.
Yaban gülleri ilk buse ile kızarmışlar; bülbüller aşk şarkıları söylemeye koyulmuşlar. Kır çiçekleriyse meltemle nazlı nazlı flört etmeye başlamışlar. Cupiton neşesinden taklalar atıp doğadaki binbir hedefini ok yağmuruna tutmuş o zaman.
Küçük kız mutlu imiş ve her şey öylesine güzelmiş ki o gün…
Sonra delikanlı hafif adımlar atarak ince gövdesiyle dalgalanırcasına yürümüş; özgür ve güçlü kollarını ona açıp:
- Gel ! demiş, Madem ki beni bekliyordun… Gel ! Ardına bakmadan, korkmadan, tut ellerimden ve yürü… Ne istediğini biliyorum. Sorgulamadan, sana verebileceğimden fazlasını beklemeden… Hayal gücünün erişemediği zamanlardan ve ülkelerden geçeceğiz; el ele… Gel.. Gel !
Ve beraberce yürümüşler, yürümüşler, yürümüşler…
Ben biliyorum; onlar ilk önce doğuya gittiler. Japon çiçekleriyle bezenip, Çin’in sarı aleminden geçtiler. Mısır’da delikanlının tatlı sesi ve büyülü müziği Firavunları bin yıllık uykularından uyandırdı ve onlar da küçük kıza zamanlarının gizemli güzelliğini armağan ettiler.
Çölün kızgın güneşi onların tenine değdi. Sonra Afrika’nın büyülü gizemlerini saklayan gölgeli ormanlarına girdiler. Akarsularda gölgeleri birbirine karışıyor, adımları arkalarında tek iz bırakıyordu. Cennet kuşları çevrelerini renklerle donatırken yollarının üzerindeki vahşi hayvanlar siniyor, tamtamların bitip tükenmek bilmeyen vuruşları kalplerinin atışlarına karışıyordu. Denizlere doğru uzandılar… Kıyılarında sirenlerin gizemli şarkılarıyla dans ettiler. Sonra bir gün de denizin koynuna daldılar. Poseidon onları saltanat arabasına aldı ve onlar da denizin garip müziği eşliğinde dans eden yunusları izleyerek bu esrarlı ülkenin mercandan saraylarından geçip bir gün Kıbrıs kıyılarında su yüzüne çıktılar.
Kıbrıs’ta onları bu kez de Afrodit karşıladı. Ve ta…. Olimpus dağına kadar çıktılar beraberce. Böylece Afrodit küçük kızın gözlerine sevdiği delikanlının hayalini nakşettirdi, ölümlü Araknia’ya…
Nihayet bir gece ay tanrıça Selene’nin saltanat arabasının peşine takılarak Venedik’e indiler. Selene gümüş elbisesiyle Venedik kanallarında yıkanırken kızın saçlarına gecenin siyahlığını dokudu; yıldızlarının pırıltılarıyla süsledi bu küçük başı. Ve delikanlı, kollarının arasında ruh ve renk bulan küçük sevgilisiyle gondolunu gecenin hayallerle dokunmuş gizli alemine itti. Mehtap önlerinde gümüşten bir yol çizerken, düşleri onlara Venedik’te billurdan bir ülke yaratıyordu. Bu öylesine güzeldi ki, mehtap bile onları seyre daldı da bu yüzden şafak aydınlığına yakalandı.
İspanya’nın güneşi kıpkırmızıydı… Kan vardı, al renkli şarap vardı İspanya’da ! Geceleri ateşliydi ve bu gecelerde şarapla küçük kızın dudakları al, al oldu. Delikanlı binbir kıvılcımın parladığı gözlerine baktı sevgilisinin:
- Aşık mısın küçüğüm?
Evet, Cupidon orada yayını çekmişti… Tam isabet!
Kız aşkın kanatlarını takmış yükseliyordu artık. İşte böylece iki sevgili Apollon’un ışınlarıyla süslenen zirvelere doğru yükselmeye başladılar.
Delikanlının mutlu ve güçlü eli onu yükseltiyor, yükseldikçe de hız kazandırıyordu. Kız bir gün kederle ardında kalan saz şairine baktı. Ondan artık daha fazlasını isteyemeyeceğini anlıyordu. Zira Cupidon’un okları delikanlının özgür yüreğine işleyememişti.
- Seninle mutluyum, demiş kıza; senin gözlerinde kendi aksimi gördükçe mutlu oluyorum. Ama görüyorum ki artık yanında yürüyemeyeceğim bir yolda ilerliyorsun. Yeter, gitme artık; dön… Böyle kal!
Küçük kız geri dönmemiş. Gök kuşağının dayandığı zirvelere kadar yükselmiş. Mutluymuş ama yalnızlığı etrafındaki bütün renkleri eritmiş, bitirmiş.
Zira bilinir ki, zirveler arzu edilir, ancak erişildiği zaman orada karanlık ve yalnızlıktan başka bir şey bulunmaz.
Dön!.. Dön! Dön!..
Oysa küçük kız orada mutluluğunu haykırırmış…
Günlerce… Aylarca… Ta… zamanın dışına kadar çıkarak. Bir gün de
“Mutluyum” diyen sesinden..
Ve gözlerinde delikanlının hayalinden başka bir şeyi kalmamış.
Aşk’ı yaşamış, o eriyip bitmiş…
Gök yüzünde küçücük bir bulut gibi..
unutulmuuuuuş…
Fotograf : victoriantrading.com
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home