22 Şubat 2007

Küresel Isınmaya Önem Verme Zamanı



Bu videodaki powerpoint, forward maillerin son günlerdeki en popülerden biri. İzledikçe biraz ! dehşete kapılacagız.

31 Aralık 2006

Kutlama

24 Aralık 2006

İnternette Nostalji



İnternette gezdiğimiz birçok web site var, fakat öyle web siteleri var ki her gün kullanırız. Mesela google, ntvmsnbc, ekşi sözlük, mynet, yahoo gibi yıllardır favorilerimiz olan web sitelerinin hiç eski dizaynlarını, eski içeriklerini, eski yapılarına tekrar bugünden incelemek ister miydiniz? Bu konuda çok sevdiğim, beni nette eski surfer günlerimi hatırlatan hoş bir web site var. Yukarıda saydığım sitelerin dışında arayabileceğiniz milyonlarca web siteleri de bu sitenin veritabanında mevcut.

http://www.archive.org/web/web.php adresine tıkladığınızda açılacak sayfadaki "http://" ile başlayan kutucuğa dilediğiniz web sitenin adresini yazıp, take me back a tıklayın ki sizi kayıtlarındaki, yıllara göre ayrılmış veritabanına çıkarsın. Buradan çeşitli yıllar içindeki varyasyonlarını inceleyip, hoş bir nostalji yaşayabilirsiniz.

Benim son incelediğim web site Hürriyet Gazetesinin web sitesi olan hurriyet.com.tr..... Yukaridaki resimde de göreceğiniz üzere soldaki 1997 yılındaki bir sayfasından ve sağındaki de bugün kaydettiğim (Aralık 2006) resmi. Aradaki fark ne kadar ilk bakışta belli oluyor değil mi.

Logo Benzerlikleri - 2

Yine yukarıdaki logolara çok benzeyen ve sembol olarak buradaki firmaların da tercih etmiş olduğu, bumerang ı andıran sembollerin kullanıldığı iki logo.

Türkticaret, Bursa merkezli Türkiye'nin önde gelen domain ve hosting firmalarından; Kiler ise yurt çapında birçok şubesi olan marketler zinciri. Yine iki farklı sektör ama birbirlerini çağırıştıran logoları. İkiside yine logo sembollerinde kırmızı ve maviyi tercih etmiş.

Logo Benzerlikleri - 1


Günlük hayatımızda çevremize baktğımızda birçok firmanın ve kuruluşun, o kimliği birebir temsil eden logolarını görürüz. Özgündürler ve o firmanın ya da kuruluşun faaliyetini yansıtırlar ya da bir holding / grup ise daha global tematik bir yapıda olurlar. Genelde ya sadece yazı, yazı ve sembol birarada veya sadece sembol yapıdan oluşurlar.

Uzun uzun logo tarihi ve yapıları hakkında bilgi vermek, şu an bu satırları okuyanı esneteceğinden eminim. Zaten başlığımzdaki gibi asıl konumuz değişik sektörlerde olan, yerli veya yabancı olan logoların piştisi. Mesela yukarıdaki resimde olduğu gibi.

Soldaki logo Emas' ın;
ev tipi ısıtma ve havalandırma aletleri üretimini yapan bir firmadır. Sağındaki ise, hepimizin gayet iyi tanıdığı ve Türkiye'nin 1 numaralı portalı olan Mynet'in yeni logo tasarımıdır. Şimdi büyük dikkat :

- İkisi de hem sembol hem yazı kombinasyonunu kullanmış,
- İkisinde de yazı renkleri mavi tonu ve yazı tipi olarak italik yapıda,
- Yazıları üstten ve alttan oluşturan semboller de aynı şekilde fakat zıt yönlü
veee ikisi de kırmızı renk tonunda.

Sonuç olarak, bu kopya veya bu logo bundan esinlenmiş amacında değil bu yazı. Sadece iki farklı sektördeki firmaların logolarının benzerliklerinin olabileceğinin mesajını iletmekti. Yoksa bunun yerine koskoca Nike firmasının kurulduğundan bu yana kullandığı ve her gördüğümüzde birebir Nike' ı çağırıştıran Swosh adındaki logosunun zamanında 35 Dolara bir üniversite öğrencisinden alındığını da anlatabilirdim.

10 Aralık 2006

Oasis - Stop the Clocks


Oasis’in, ‘Stop the Clocks’ adlı best of derlemesi piyasaya çıktı ...

“İngilizler’in en çok satan, haklarında en çok konuşulan gruplarından biri olarak, 10 yılı aşan kariyerlerini geride bırakan Oasis, bu süre boyunca yayınladıkları, her biri listelerde 1 numara olmayı başaran şarkılarını ve çok da bilinmeyen b-side’larını kariyerlerinin ilk best of derlemesi ‘Stop the Clocks’da bir araya getiriyor.

Grup üyelerinin bizzat kendi seçimleriyle derlenen albüm çift CD’den (ama tek CD fiyatına satılacak) ve 18 muhteşem Oasis şarkısından oluşuyor.

Son on yılın en önemli Rock’n Roll gruplarından biri olan Oasis’in adını 1994 yılında yayınladıkları ilk single’ları ‘Supersonic’ ile duymaya başladık. Asıl üne kavuşmaları ise, ikinci albümleri “What’s the Story (Morning Glory)” ile gerçekleşti. Bu albümün toplam satışı bugün 40 milyonu geride bırakmış durumda.

‘Stop the Clocks’ tüm zamanların en iyi b-side şarkılarından biri olan ‘Acquiesce’ ve İngiltere’de çok meşhur olan The Royle Family dizisinin tema müziği olan ‘Half the World Away’i de içermesi açısından grubun hayranları için büyük önem taşıyor.”

Albümde yer alan parçalar:

1. Rock'n Roll Star
2. Some Might Say
3. Talk Tonight
4. Lyla
5. The Importance of Being Idle
6. Wonderwall
7. Slide Away
8. Cigarettes & Alcohol
9. The Masterplan
10. Live Forever
11. Acquiesce
12. Supersonic
13. Half the World Away
14. Go Let it Out
15. Songbird
16. Morning Glory
17. Champagne Supernova
18. Don't Look Back in Anger

Kaynak :
Gerçek Gündem

Lilith



Simge Kadın… LİLİTH

Şeytanın karısı, Karanlıklar tanrıçası, çocuk katili, erotik düşlerle erkekleri baştan çıkaran, tohumlarını çalan güzeller güzeli, ulaşılmaz kadın. Kadınlara mal edilmek istenen tüm kötülükler onda... Ama doğrusu bu mu?.

Alev alev kızıl saçları, büyülü bakışları var, konuştuğu zaman dolgun dudaklarından bal akıyor ve erkekler ona dayanamıyorlar... Onun adı: Lilith... Adı, İbranicede "geceye ait olan" anlamına geliyor. Bana; günümüzün kozmetik ilanlarında, podyumlarda, sahnelerde görüp özendiğimiz “femme fatale” kadınları çağrıştırıyor, Lilith... Geçmişimizdeki tüm kötülük simgesi erkekler korkunç görünüşlü, ikiyüzlü, iğrenç ve ürkütücü iken, kötülükleri temsil eden kadının güzel, seksi ve çüretkar olması ilginçtir…

Eski bir yahudi efsanesine göre o, Adem’in ilk karısı... Ancak Adem’e isyan ediyor, cenneti terk ediyor, şeytanın karısı oluyor, erotik rüyalarla erkekleri ayartıp tohumlarını çalıyor, yeni doğan çocukların canını alıyor; ortaçağda büyücü ve cadı oluyor! Yani erkeklerin arzuladığı, kadınların nefret ettiği bir dişi şeytan Lilith... Aslına bakılırsa bütün suçu haklarını savunan özgür, akıllı, seksi ve çok güzel bir kadın olması... Arzunun, dişiliğin ve yasak ilişkilerin simgesi. Çok zengin bir geçmişi var, üstelik 19. Yüzyılda dini kimliğinden kurtularak sanatta, edebiyatta, her alanda inanılmaz bir esin kaynağı oluyor, Dante Gabriel Rosetti’nini Lady Lilith tablosunda onu kızıl saçları ve muhteşem dekoltesiyle görüyoruz. Bu kadar da değil, her devirde onunla ilgili o kadar farklı öyküler anlatıldı ki, internette sadece adını yazmanız yeter, onunla sınırsız bir serüvene başlamak için!

Ama biz Lilith ile önce Hz. Adem’in ilk eşi olarak tanışalım...

Özgürlüğü adına cenneti terk ediyor...

Kutsal kitapta iki kez anlatılıyor yaradılış.. Genesis, yani Yaradılış bölümünü okumaya başladığınızda iki bölüm arasındaki çelişki dikkatinizi çeker...İlk kısımda deniyor ki, “Ve Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı". Bu bölümde kadın ve erkeğin aynı zamanda aynı topraktan yaratıldığını görüyoruz. İkinci kısımda ise Tanrının önce erkeği tozdan (ya da çamurdan/kilden) yarattığı, daha sonra kaburgasından kadını yarattığı anlatılıyor. Eski bir yahudi efsanesine göre bu ilk kısımdaki kadın, Lilith... Ancak Tanrının topraktan yaratıp cennete koyduğu bu ilk çift, Lilith’in eşitlik isteği, Ademi’n ise her alanda söz sahibi olmakta direnmesi yüzünden kavga etmeye başlıyorlar. Sorunun en büyüğü ise, sevişme sırasında kimin üstte olmasıyla ilgili...Adem kendini bereketli gökyüzüne; Lilith’i de ürün veren toprağa benzeterek üstte sevişmekte ısrarlı... Sonunda Lilith, Tanrı’nın söylenmemesi gereken adını anarak cennetten çıkıp göğe yükseliyor. Lilith’in kendi haklarını arama uğruna cenneti bile gözden çıkardığını öğreniyoruz böylece... Sonra ne mi oluyor?.. Artık yeri dışlanmışların arasında olan Lilith çevresindeki cinlerle ve şeytan ile ilişkiye girerek onlardan çocuklar doğuruyor. Bu arada Adem de tanrıya yakararak karısını geri istiyor. Lilith’in geri getirilmesi için Tanrı meleklerinden üçünü, Sanvai, Sansanvai ve Semangelof’u görevlendiriyor. Üstelik Lilith geri dönmezse her gün yüz çocuğu öldürülecektir. Bu tehdide rağmen Lilith cennete dönmüyor ve hamilelerle yeni doğan çocukların düşmanı olmaya yemin ediyor. Sadece üç meleğin adını taşıyan muska ve tılsımlarla korunan çocuklara dokunmayacağına söz veriyor. Adem için de Havva yaratılıyor, kocasına bağımlı olsun diye erkeğin kaburga kemiğinden hem de...

Lilith, yerini alan Havva’yı kıskanıyor, evliliğin ve doğan çocukların düşmanı oluyor. Şeytanın yılan şekline bürünüp Havva’ya yasak meyveyi yediriyor, cennetten kovulmalarına neden oluyor, kendisi gibi lanetlenen Adem’in oğlu Kabil’e kanın gücünü tanıtarak vampirleri yaratıyor...

Lilith ile zaman içinde yolculuk...

Kanatlarını açmış, ters yönlere bakan iki aslanın üzerinde, kuşa benzer tırnaklı ayaklarıyla dikilmiş duruyor... Çevresinde onu temsil eden baykuşlar görülüyor. Bu, M.Ö. 2000 yılına ait Sümerlerden kalma bir sanat eseri.

Genelde Yahudi efsanelerine mal edilen Lilith’in geçmişi aslında çok eskilere dayanıyor; İran, Babil, Sümer, Meksika, Yunan, Arap, İngiliz, Alman ve doğu efsanelerinde farklı adlarla da anılsa hep onunla karşılaşıyoruz. Sümer ve Babil mitolojilerinde rüzgar tanrıçası Lilitu olarak buluyoruz onu, sonra tarih boyunca bize çeşitli adlarla eşlik ediyor... Babil’de İştar’ın tapınak fahişesidir o. Babil’in kötü tanrıçası, hamilelerin düşmanı bebeklerin ölümüne yol açan Lamatşu’ya da geçiyor Lilith’e ait özellikler, ya da Lamatşu’dan Lilith’e... Ve yüzyıldan yüzyıla, bir bölgeden ötekine atlayan Karanlıklar Tanrıçası Lilith’imiz her gittiği yerde başka bir adla anılıyor. Kimi zaman da Seba Melikesi ve Troyalı Helen gibi efsanevi ve mitolojik kişiliklerle özdeşleştiriliyor. Filistinliler aracılığı ile Yunanlılara geçtiğinde ürkütücü tanrıça Hekate oluyor... Orta çağ Avrupası’nda ise o şeytanın eşi, sevgilisi ve annesi olarak anılıyor. Zamanına, toplumlara ve inanışlara göre tüm kötülüklerin toplandığı değişik kimliklere bürünüyor: Kimilerine göre gecelerin kraliçesi, baykuş kadın olmuş (oysa baykuş bilindiği gibi güzel sanatların simgesi, yani yaratıcılığın!?), Havva’yı baştan çıkaran yılan olarak tanımlanmış (tıb biliminin simgesi, yani iyileştirici!!). Kimileri için cinselliğin ve feminizmin simgesi; kimilerince de bebeklerin canını alan ve saf ruhları kendine çeken bir canavar...

Lilith’in kimliği...

Anlaşılacağı üzere, hangi adla anıldıysa anılsın Lilith, çağlar boyu kadınlara yakıştırılabilecek bütün olumsuz özelliklerin taşıyıcısı olmuş: Baştan çıkarıcı, fahişe, cadı, vampir, cinlerin başı, gece canavarı onun ünvanlarından bazıları. Ancak Lilith bir başka açıdan da, saf ve edilgen, cinselliği ancak yasak meyveyi tadınca öğrenen Havva’nın tersine, başından itibaren gücünün ve cinselliğinin bilincinde ve yeri geldiğinde bu gücü dilediğince kullanmaktan çekinmeyen bir dişi....

Aslına bakılırsa Kutsal Kitap’ta Lilith karşınıza, haklarını savunan özgür bir kadın olarak çıkarılıyor... Erkeklerin Tanrı adına belirledikleri düzene karşı çıkıyor. Var olan düzeni ve bu düzen içinde kendisi için belirlenen rolü reddetme cesaretini gösterebiliyor, sevişme sırasında üstte olma hakkını savunması da özgürlüğünün sınırlarını çok belirleyici. Bu özgürlüğü koruma adına cenneti bile terk etmeyi göze alabiliyor, Tanrı’nın gönderdiği melekleri geri çeviriyor; ancak verdiği sözü tutarak bu üç meleğin adını gördüğü her yerde bebeklere dokunmuyor. Bu arada her gün 100 çocuğunun yok edilmesine göz yumması da ilginç.

Lilith onu gizliden gizliye arzulayan ama ona düşman gibi görünen erkekleri çok korkutuyor. Din adamları, erkeklerin zayıflıklarını saklamak adına, bir simge olarak çizdikleri Lilith’in kişiliğinde seksi, güzel ve eşitlik arayan tüm güçlü kadınları yüzyıllar boyunca acımasızca karaladılar. Lilith’in böylesine lanetlenmesinin, dışlanmasının, suçlanmasının ardında yatan gerçek bu; erkekleri büyüleyen, baştan çıkaran, peşinden sürükleyen ama onlara teslim olmayan güçlü kişiliği... Erkekler ona karşı koyamıyor ve özgürce yaşadığı cinselliğine dayanamıyorlar... Bu yüzden Lilith kara ayla özdeşleştirildi, varlığı tehlikeli ilan edildi ve onun tarafından baştan çıkarıldığı iddia edilerek Orta Çağ’da nice kadınlar cadılıkla suçlanıp yakıldı. Ama orta çağ sonlarından başlayarak yavaş yavaş zaman da ondan yana oldu ve erkeklerin beyninden nefreti sildi. Adına şiirler yazıldı, öyküler anlatıldı; güzelliği tablolarda canlandırıldı, şarkılar bestelendi.

Modern çağlara gelindiğinde Lilith’i feminizmin simgesi olarak görüyoruz . Lezbiyenler de Lilith’i bayrak olarak açtılar. Bu isimde dergiler çıktı, kafeler açıldı, kozmetikler üretildi, sadece kadın müzisyenlerin katıldığı "Lilith Fair” adlı gezici müzik festivali düzenlendi, "ideal kadın" olarak tanımlanan uslu Havva gibi olmak istemeyen kadınlar, tepkilerini dile getirmek için kız çocuklarına Lilith adını verdiler. Aslında onlar toplumda erkeklerle eşit koşullarda yerini alan günümüzün özgür kadınları. Onları her yerde görebilirsiniz, kızıl saçları, dolgun dudakları ve keskin bakışları ile aramızda dolaşıyorlar.

KUTU

Kutsal kitabın ilk kısmında sözü edilen kadın inanışa göre Lilith. Yüzyıllardır din adamları ve araştırmacılar tarafından tartışılan Lilith'in geçmişi. tektanrılı dinlerden çok daha öncesine, eski Mezopotamya uygarlıklarına kadar uzanıyor. Sümer ve Babil mitolojisinde Lilitu isimli bir tanrıça var. Ama Lilith isminin bu tanrıçadan mı yoksa Sami dillerinde 'gece' anlamına gelen 'leyl'den mi türetildiği tartışmalı. Gılgamış Destanı, Kabala, Talmud, Ölü Deniz Tomarları, Tevrat gibi mitolojik ve dini metinlerde de Lilith'in ismi geçiyor. Bu metinlerde de kendisinden kötü bir cin, gece canavarı olarak bahsediliyor. Musevilik öncesi ve sonrası Yahudi mitolojisinde de Lilith'in önemli bir yeri var. Bu inanışın etkileri Hristiyanlıkta da sürmekte. Bilinen en eski Lilth efsanesi Ben Sira Alfabesi denilen yazı türüyle yazılmış, bu Adem'in ilk eşinin yani Lilith'in öyküsü.

Aydan Sümercan

Tekrar Merhaba

Uzun bir süredir, işlerimden dolayı ara verdiğim yazılarıma tekrar başlıyorum. Bu süre zarfında yeni iş anlaşmalarım oldu, yeni projeleri bitirdim ve internete aktardım. İlgilenen olursa onmedya.com da detayları var.

Ayrıca aşağıda görebileceğiniz "websitesi yaptırırken" başlıklı yazım bir yerel gazetede yayınlandı. Tabii izin alınarak yayınlandı.

Sevgi ve Saygıyla Kalın !

24 Ekim 2006

Bayram Tebriği

04 Ekim 2006

Picasaweb ile Ücretsiz Web Albümü


Picasaweb, Google'ın fotoğraflarınızı yönetmenizi sağlayan Picasa yazılımından esinlenerek hazırlanmış bir sistem. Eğer Google hesabınız varsa ve bu hizmetten yararlanmak için istekte bulunmuşsanız, size verilen 250 MB'lık alanda nerdeyse 1000'den fazla fotoğrafı yükleyebiliyor ve kişisel albümler hazırlayarak web üzerinde yayınlayabiliyorsunuz. Hazırladığınız albüme yorumlar eklenebiliyor, basitçe diğer sitelerde ve blog'larda paylaşılabiliyor.

Yorum : Gerçekten hoş ve yararlı ve aynı zamanda çok pratik bir program. Kullanımı kolay. Bildiğiniz gibi Picasa, Google tarafından zamanında satın alınmıştı.

Görsel anlatım videosunu izlemek için : Link

Kaynak : shiftdelete.net

UEFA Kupası Finali Şükrü Saraçoğlu'nda


Atatürk Olimpiyat Stadı'nda oynanan Liverpool-Milan 2005 Avrupa Şampiyonlar Ligi final karşılaşmasının ardından Türkiye, önemli bir organizasyona daha ev sahipliği yapacak. 2009 UEFA Kupası final maçı, Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda oynananacak.

Fenerbahçe Kulübü, resmi internet sitesinde yaptığı açıklamada, 2008-2009 UEFA Kupası final maçının, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'nda yapılacağını duyurdu.

Açıklamada, "Yıllar süren alın teri, tribünleri, çimi ve her noktası oya gibi işlenen stadımız uluslararası standartlarıyla bugün verilen bir kararla hakkını alıyor. Öğle saatlerinde UEFA'da yapılan toplantıda diğer aday ülkeleri geride bırakan bu kararı, Şenez Erzik, başkanımız Aziz Yıldırım'ı arayarak müjdeledi.

Fenerbahçe ve Türkiye açısından son derece gurur verici bu karardan sonra ilk kez uluslararası bir organizasyona ev sahipliği yapacak olan stadımız için tüm camiamız büyük mutluluk duyuyor.

Geçtiğimiz yıl içinde UEFA yetkililerinin ard arda yaptığı kontrollerden sonra Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı, diğer ülkeleri geride bırakarak hakkıyla büyük bir organizasyona ev sahipliği yapacak." denildi.
Yorum : İnşaallah o gün final için sahaya çıkacak takımlardan biri Türk takımı olur.

Kaynak : Hürriyet

10 Eylül 2006

Yüzüklerin Efendisi - Nostalji



Bana göre hala fantastik filmler içinde 1 numara olan ve izledikçe ilk izleyişimmiş gibi beni moda sokan Yüzüklerin Efendisi bölümlerinin yaklaşık 7 dakikalik jeneriği. Hazırlayan gerçekten özel sahneleri çok titiz bir çalışmayla birleştirmiş ve başarılı bir yapım ortaya çıkarmış. Çok fazla söze gerek yok, izleyin ve o günlere eminim geri döneceksiniz.

Not : Filmin müziklerine dikkat.

06 Eylül 2006

Bir Websitesi Yaptırırken ...


İşim gereği web ile haşır neşir olduğum için sürekli kulağıma gelen ve daha önceden bu yazıyı yazmayı istememe rağmen ertelediğim bu konu hakkında birkaç bilgi vermek istiyorum. Bildiğiniz gibi artık her alanda interneti kullanıyoruz. Bankacılık işlemleri, okul kayıtları, bir gösteri için bilet alımı, alışveriş, firma tanıtımları, bahis oynama, müzik indirme vb. gibi alanlarda sürekli internette yeni pencereler açıp sitelere girmekteyiz. Ama benim değineceğim konu özellikle firma yani kurumsal websiteleri hakkında.

Aslında doğru bir stratejiyle hazırlanan bir websitesi o firmaya belki de o güne kadar gerçekleştiremeyeceği hayallerin kapısını açabilir ya da çok iyi bir marka ve ürün değeri sunan bir firma kötü bir planlama ve stratejiyle hazırlanmış bir websitesi yüzünden umduğunu bulamayabilir. Burada esas nokta doğru bir web tasarım firmasıyla çalışmak. Öncelikle vizyon ve misyon politikaları sizinkiyle paralel olmalı, geniş olmalı ve en önemlisi sizi yarı yolda bırakmamalı. Böyle bir ajans ya da web hizmeti sunan firmanın özellikleri ne olmalı :

- Bana göre en önemlisi, web hizmeti veren bir firmanın önce kendi websitesi olmalı.
- Websitesinde firmanın adres ve şehirlerarası telefon bilgileri olmalı.
- Daha önce yapmış oldukları çalışmaları inceleyin. Hatta görüşme esnasında daha önceki çalışmaları hakkında aklınızda bir husus varsa bunu çekinmeden sorun.
- Böyle bir firma size hazır site paketi yapma teklifi yapıyorsa bence değil 2 kere, 4 kere düşünün. Bilginiz ve zamanınız varsa ve de böyle bir teklif bütçenize uygunsa bu hazır şablon programlarından kendinize aslında amatör bir site yaptırmış (aslında kendiniz yapmış) olacaksınız.
- Telefon, e-mail , faks veya herhangi bir şekilde iletişim kurmaya çalıştığınızda size geri dönüşlerinin vadesine ve sizi tatmin eden çözüme dikkate alın.
- Anlaşma veya proje aşamasında sizden çok söz sahibi olmaya çalışıyorlarsa ve de yaparız ederiz vb. gibi kelimeler çok dönüyorsa soru işaretleriniz birkaç tane olmalı.
- Yerel bir şirket ve de iç pazara yönelik çalışma hedefiniz olsa bile yaptıracağınız bir websitesinin kesinlikle bir ingilizce versiyonu olmalı. Neden diye sormayın, bu artık bir gereklilik. Bunu isteyin.
- Bilgisayarlarda hazırlanan dosyalar web alanına FTP dediğimiz giriş şifre ve kullanıcı adlarıyla aktarılırlar. Bu FTP bilgilerini istemek hakkınız. (Peki sen veriyormusun sorularını duyuyor oluyorum. Cevap : Evet, sözleşme ile bu şifreleri veriyorum) Eğer bu şifreleri vermeye o firma yanaşmıyorsa bu şirket için pişmanlık duymaya başladınız bile.
- Websiteniz hazırlanırken birkaç aşamadan geçer. Beğenmediğiniz noktaları her zaman söylemelisiniz. Açık ve net olarak, istediklerinizi detaylı bir şekilde ifade edin. Gerekirse çizin, yazın veya bir yerden örnek gösterin.
- Şimdi gelelim en önemli noktalara : Websiteniz hazırlandı, içinize sindi, pırıl pırıl karşısınızda duruyor. Asıl mevzu burda başlıyor. Hazır olan websitenizin adresini kimler biliyor ? Siz, hazırlayan firma, eş, dost ve birkaç kişi. Burada websitenizin tanınmasına geldi iş. Hizmeti veren firmaya sorun, bu websitesini arama motorlarına ekledi mi eklemedi mi, ekleyecek mi eklemeyecek mi. Anlaşmanızda böyle bir faaliyet hizmeti var mıydı? Araştırmalar bu sonucun &80 ile hayır olduğunu söylüyor. Yani daha işe, anlaşmaya başlamadan önce bu hizmeti karşı taraftan isteyin. Bir websitesinin tanıtma ve pazarlama faaliyetleri ne şekilde olur : Arama motorlarına eklenmesi, portal veya arama sitelerinin sponsor reklamları (google adwords - mynet adklik gibi), sektörel yerli veya yabancı firmalara kaydı, e-mail kampanyası gibi çeşitli yötemlerle websiteniz daha geniş kitlelere ulaşır. Ve mutlaka bu çalışmaların raporlarını isteyin.
- Websitenizin ziyaretçi raporlarını periyodik olarak isteyin.
- Firmanızla ilgili herhangi bir konudaki bir bilgi değişimi olduğunda bunu geciktirmeden websitenize yansıttırın.
- Websitenizi hazırlayan firma aslında sizi ve sizin dışınızdaki potansiyel tüm müşteri ve ziyaretçileriniz arasında köprü vazfiesi kurar. Bu yüzden bu detayı kesinlikle atlamayın ve bunun önemini her 2 taraf gayet iyi bilmeli ve değer vermeli.
- İşe başlamadan önce peşinat verdiğinizde bunun makbuzunu kesinlikle isteyin.
- Aranızda bir sözleşmenin olması her 2 taraf için olumludur. Maddeler açık bir ifadeyle hazırlanmış olmalı.
- Anlaştığınız firma ile hazırlatacağınız websitesinin stratejik planlamasını birlikte yapın. Buna özellikle zaman ayırın ve anlamadığınız terim veya yöntem olursa bunları sorun.
- Domain dedigimiz alan ad (www.firmaismi.com) fiyatları düşünüldüğü gibi çok yüksek rakamlar değildir. Bunun için sizden 100 - 150 ytl isteniyorsa o firmayi baştan eleyin.
- Bu iş için kişilerle değil, referansları olan firmalarla çalışın.
- Websitenizi laf olsun diye yaptırmayın. Komşu, rakip, şu, bu yaptırmış ben de yaptırayım diye bir website yaptırılmaz. O websitesi sizin, sizi temsil ediyor, firmanız ve sizinle ilgili çevre ile köprü vazifesi görüyor ve size potansiyel müşteri kazandırmak için var.

31 Ağustos 2006

Özel Bir Futbolcu


İngiltere Milli Takımı'nın eski futbolcusu Teddy Sheringham 41 yaşında olacağı 2006-2007 sezonunda da Premier League'de gol atmaya devam edecek.. 39 yaşındaki golcü futbolcu West Ham ile 1 yıllık sözleşmeye imza attı.

Nisan ayında 40 yaşına basacak olan Teddy Sheringham, West Ham ile kontrat yeniledi. Bu sözleşme İngiltere Milli Takımı'nın eski golcüsünün 41 yaşında da Premier League'de gol atacağı anlamını taşıyor.Portsmouth'da 1 sezonun ardından serbest bırakılan Sheringham, 2004 Temmuz'da West Ham'a katılarak kulübün yeniden Premier League'e dönmesine yardımcı olmuştu.Milwall, Nottingham Forest, Tottenham, Manchester United ve Spurs formaları giyen 39 yaşındaki Sheringham devre arasında Spurs'a geri dönmeyi reddetmişti.Bu sezon 14 lig maçına çıkan Sheringham Premier League'de 4 gol kaydetme başarısı gösterdi.Serbest kaldıktan sonra West Ham'a geldiğinden beri 53 maçta 26 gol kaydeden 39 yaşındaki golcü aynı zamanda Premier League'in en yaşlı futbolcusu olmaya aday.

Şu anda Celtic teknik direktörü olan dönemim orta saha oyuncusu Gordon Strachan, 1997'de Coventry City ile son Premier League maçına çıktığında 40 yaşından 73 gün almıştı.Nisan 1966'da doğan Sheringham şu anda Premier League'in en yaşlı futbolcusu ve gelecek sezon imzaladığı bu kontratla sahaya çıkarsa 41 yaşında Premier League'de forma giyerek tarihe geçecek.

2001'de futbolcuların oylarıyla "Yılın Futbolcusu" seçilen Sheringham'ın kırması zor olan rekor ise Premier League'den öncesine dayanıyor.. Premier League'in 1992-93'de kurulmasından önce 1960'larda forma giyen kanat oyuncusu Stanley Matthews, İngiltere Ligi'nde son maçına çıktığında 50 yaşındaydı.

Fotograf : www.whufc.com

Çocuk Yapmadan Önce Tekrar Düşünün



Tahmin edebileceğiniz bir ürünün reklamı.

Avrupa'nın En Güvendiği Markalar


Reader’s Digest’s dergisinin altıncı kez düzenlediği ‘Avrupa’nın Güvendiği Markalar’ anketinin sonuçları açıklandı. Bu yıl 14 Avrupa ülkesinden 25.434 kişinin katıldığı ankette, katılımcılar çeşitli ürün kategorilerinde en güvendikleri markaları belirlemenin yanı sıra, kalite, değer, imaj ve tüketicinin ihtiyaçlarını anlama kriterleri bakımından da markalara puan verdiler.

Ankette Nivea ve Nokia, Avrupa’nın en güvenilen markaları seçildiler. Araştırmanın yapıldığı 14 ülkenin hepsinde Nivea ve Nokia kendi kategorilerinde birinci oldular. 2001 yılından beri cep telefonları kategorisinde Nokia, Avrupa’nın en güvendiği marka ünvanını sürekli korudu. Nivea ilk kez 2005’te cilt bakımı kategorisinde bu ünvanı elde etmişti. Kredi kartı kategorisinde, Visa, Macaristan hariç 13 ülkede en güvenilen marka seçildi. Macaristan’da bu konuma MasterCard ulaştı.

Tüketicilere “Bir markanın güvenilir olmasındaki en önemli kriter nedir?” diye sorulduğunda, Portekiz’de oylamaya katılanların çoğunluğu “çevreye karşı sorumlu olması” yanıtını verirken, Rusya’dakilerin çoğunluğu “makul fiyatı” şeklinde yanıtladılar.

Reader’s Digest’s strateji direktörü Gavin Murray, araştırma sonuçlarını şöyle yorumladı: “Tüketicilerin markalar hakkındaki güven tutumları her yıl ani değişiklikler göstermiyor, ancak tüketicilerin güvenini kazanmak zor, kaybetmek ise nispeten kolay.“

Avrupa’da En Güvenilen Markalar (14 ülkede)

Nivea (Cilt Bakımı) – 14 ülkede
Nokia(Cep telefonu) – 14 ülkede
Visa(Kredi Kartı) – 13 ülkede
Canon(Fotoğraf makinesi) – 10 ülkede
Kellogg(Hububat Kahvaltılık) – 10 ülkede
Ariel(Deterjan) – 6 ülkede
Miele(Mutfak aleti) – 6 ülkede
HP (PC) – 6 ülkede

En önemli güven kriterleri:
Yüksek Kalite: Avusturya, Finlandiya, Almanya, Hollanda, Polonya, İsviçre, İspanya, İngiltere.
Makul Fiyatı: Belçika, Fransa, Rusya.
Kişisel Deneyim: Macaristan.
Çevreye Karşı Sorumluluk: Portekiz.
Köklü geçmişi: Çek Cumhuriyeti.

(Kaynak: Marketing Türkiye -> International Ist, 2006, 2. sayı)

24 Ağustos 2006

FB neden elendi ?


Bir Fenerbahçe taraftarı olarak, dün gece Dinamo Kiev'e karşı alınan sonuç ile elenmemize üzüldüm fakat kanımca çok büyük bir süpriz olmadı. Diğer futbol guruları ellerinde kalemleri ile "He bak gördün mü ! ben demiştim pazar gecesinden böyle böyle olmaz diye. Al işte elendiler" vb gibi yazılarını yazadursunlar, bu tür sonuçların esas kaynakları biraz da genetik yapımızla ilgili sanırım :

- Çok çabuk gaza geliyoruz, çok çabuk da demoralize oluyoruz,
- Rakibi ve karşımızdakini hafife alıyoruz,
- Takım oyunu ve disiplinimiz yok,
- Kısa vadeli düşünüyoruz,
- Az şeyler üretip, çok şeyler bekliyoruz,
- Hep hakem hatalı,
- Hemen bir suçlu buluyoruz,
- Hiç örnek ve ders almıyoruz.

Dün geceki Fenerbahçe takımına baktığımızda, bir kere sahaya çıkan kadro ümit vermiyor. Defansta, Avrupa arenasına yeni çıkmış 2 acemi genç, sağ ve sol kanatlarda kendi yerleri olmayan oyuncular, orta sahada ise pres yapmayan, savunmaya yardım etmeyen oyuncular, ileride de biri hep yedek kalmış ama adam yokluğunda ilk 11 e çıkmaya başlayan bir oyuncu ve yanında sadece koşan ve hala halı saha futbolu mantığıyla oynayan diğer bir oyuncu. Ne güzel değil mi böyle eleştirmek, bu sözleri söyleyip haklı olduğunu düşünmek. Burada ilk önce eleştirilmesi gereken taraftar : Gol atınca ölesiye bağırıp sevineceksin, 4 dakika sonra gol yenince sus pus olacaksın. Sonra gelelim yönetime ve antrenöre : Bu takımdaki oyuncuların kapasitelerini bu yönetimdeki beyler bilmiyorsa kimse bilemez.
Antrenörde bu takımı 2 ay kampa sokup kim işe yarar, kim yaramaz, ciddi maçlara az kaldı, şunu şunu alalım demiyor veya diyemiyorsa maalesef bu nedenleri toplarsak yukaridaki fotograf önümüze çook çıkar.

Maalesef Türkiye liginden çok, son 3 yıldır İngiliz Premier Ligini daha çok izliyorum. Neden mi ? Bir kere futbolun bir spor olduğunu, bir aktivite olduğunu biliyor oradaki herkes. Savaş değil, bir gösteri oyunu. Futbolcularda mücadele had safhada, sadece oyuna konsantre oluyorlar, hakeme veya top toplayan çocuğa! kızmıyor, bağırmıyor, diyaloga girmiyorlar, işlerine bakıyorlar. Takımlarının yöneticileri ön plana çıkmıyor, profesyonel bir şirket gibi yöneticilik yapıyorlar sadece. Yani herkes kendi işini yapıyor. Taraftarlar ise ailece geliyorlar, kendi koltuklarına oturuyorlar ve mantıksızca bağırmıyorlar, izliyorlar ama taç a çıkan bir topa bile efekt yapıyorlar ve korner atışı olduğu zaman bile bir gol olmuş gibi alkışlayıp takımlarını motive ediyorlar. Oyuncular ise takım disiplini ile oynuyorlar, modern futbolun gerekleri ne ise oyunu yapıyorlar ve sonuç olarak da tv den izlenen bu müsabaka bana bir futbol hazzı veriyor.

Gönül isterdi ki, Fenerbahçe olsun ve diğer takımlarımız olsun önce futbolun ana felsefesiyle sahaya çıksalar, taraftarlar bu şekilde davransa ve destek olsa, yöneticiler sadece işlerini yapsalar ve medya da hemen bir suçlu veya bir kahraman bulmaya çalışmasa, başarı veya başarısızlıkların biraz kollektif olduğunu bilseler ve herşeyi çok iyi bildiklerinin reklamını yapmasalar.

Not : Dün geceki maçta yorumculuk yapan İlker Yasin gerçekten olumlu ve doğru teknik düşünceleri sundu. Fakat O, bu düşünceleri söylerken ekranın 4'te 1'ini kaplayan reklamlardan topun nerede, kimin ayağında olduğunu da görebilseydik, hem kulağımız hem de gözlerimiz aynı ritmi yakalayabilirdi.

Fotograf : Hürriyet

RSS Nedir ?


Son yıllarda birçok sitede, o ünlü küçük turuncu kutucukla karşılaşır olduk. Evet turuncu RSS kutucukları. Peki nedir RSS, gelin biraz daha detaylı bakalım.

RSS, ingilizcesi “Rich Site Summary” olan “Zengin Site Özeti” anlamına gelen XML tabanlı bir içerik özetleme standardıdır. Bu standart sayesinde, websiteleri ve portallar, içeriklerindeki yenilikleri XML formatında özet bir şekilde kullanıcılarına sunmaktadır. Bu özet bilgi, yeniliklerle ilgili “meta-data” yani “üst-bilgi”ler içerimektedir. Örneğin, bir haber sitesi “güncel haberler” başlığı altında yeni yayınladığı haberlerin özet bir üstbilgisini örneğin haberin başlığı, kısa özeti ve eklenme tarihini RSS yoluyla, aktif RSS kullanıcılarına sunabilir. Kullanıcılarda, takip ettikleri tüm haber sitelerinin ilgi alanlarına giren haber kategorilerinin RSS yollarini öğrenip, bunları RSS okuyucu programlar sayesinde belirli aralıklarla kontrol edip yeni haberlerden anlık haberdar olabilirler. RSS, bu özelliğiyle kullanıcıların takip ettikleri spesifik konulardaki gelişmeleri tek bir program kullanarak (bir RSS okuyucu), siteler arası sörfe dalmadan anlık bir şekilde takip etme olanağı bulmuşlardır.

RSS, doğumundan itibaren her standart gibi evrim geçirmiş ve birkaç farklı versiyona sahip olmuştur. Ayrıca, RSS’ten sonra farklı içerik yapılarındaki sistemler içinde özetleme standartları ortaya çıkmıştır. Örneğin, yine sonyıllarda çok popüler olan weblog’ların içöerik özetlemesinde RSS’in yetersiz kaldığı görülmesi üzerine bu alana daha uygun bir özetleme standardı olan Atom ortaya çıkmıştır. Bu gibi sebeplerle RSS günümüzde birkaç farklı versiyona sahiptir.

“İyi hoşta bir kullanıcı olarak ben RSS desteği olan sitelerden nasıl faydalanacağım?” diyorsanız yapacağınız şey hemen bir tane RSS okuyucu edinmek. Şuan piyasaya birçok ücretsiz RSS okuyucusu bulunmakta. Bazıları ayrı birer program, bazıları ise Microsoft Outlook gibi e-posta yazılımlarınıza eklenti olarak geliyor ve RSS içerikleriklerinizi takip etmenize ve yönetmenize olanak veriyor.

Kaynak : donanimmerkezi.com

E-kolay' ın ücretsiz RSS programını indirmek için buraya tıklayın.


23 Ağustos 2006

FIBA 2006 Japonya - Resmi Sponsorları



Tüm hızıyla heyecan içinde devam 2006 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonasını mutlaka çoğumuz izliyor. Çünkü ikinci kez katıldığımız ve Tanjevic önderliğinde 4 te 4 yapan A Milli Takımımızın başarıları büyük yankı getirdi. Havasından mı suyundan mı bilmiyorum ama Japonya'da gerçekleşen Dünya Şampiyonaları bize nedense şanslı geliyor. (Örnek 2002 FIFA Dünya Kupası). Bu maçları ekrandan izlerken ister istemez, parkelerin hemen yanlarında bulunan reklam panolarındaki markalar dikkatimizi çekiyor. Açıkçası, adını ilk kez gördüğüm bazı markalar maç içinde olmasa da maçtan sonra aklımı kurcalıyor. Bu yüzden küçük bir araştırma yaparak bu merakımıı gidermeye çalıştım.

Öncelikle bu şampiyonanın 8 ana resmi sponsoru olduğunu hatırlatayım.

Toyota : Açıklamama gerek yok herhalde. Dünya'nın en iyi otomobil üreticilerinden - Japonya

JAL :
Japonya Havayolları - Japonya

Vodavoda : Arteska Grubuna bağlı bir doğal kaynak suyu markası - Sırbistan Karadağ

Kirin : Tam açılımıyla Kirin Brewery Co Ltd - Alkollü / Alkolsüz içecek üretiyor - Japonya

Fuji Xerox : Baskı aletleri üreten şirket - Japonya

Tokio Marine :
Merkezi Tokyo'da olan liman işletmesi - Japonya

Sinalco : Meşrubat devi - Almanya (Sırbistan Karadağ takımının sponsoru aynı zamanda)

Toshiba : Tahmin ettiğiniz gibi elektronik ürünler üretiyor :) - Japonya

21 Ağustos 2006

Turkcellim Benim


Canim Turkcellim, Türkiyenin en iyi gsm operatörüsün, 26 milyonu aşkın müşterin var, süper kampanyaların var, logondaki salyangozunu da çok seviyorum ama kandil akşamları arkadaşıma mesaj yollayabilsem, faturalı hattımdan kontörlü hattıma kontör transfer etmeme izin versen, Turkcell Webmesaj dan "sunucuda problem oluştu, lütfen sonra deneyin" demesen ve bende oradan işlem yapabilsem çok mu olurum ?

14 Ağustos 2006

Bir Masal


Mavi kız

Bilmem hangi ülkenin, bilinmedik bir köyünde, ılık yaz gecelerinde dünyayı bir masal ülkesine çeviren ay ışığı kadar solgun ve masmavi bir kız yaşarmış.

Çevresinde faun’ların cirit attığı, Nymphe’lerin saklambaç oynadıkları sihirli ormanlar, bu ormanların zümrüt çayırlarında otlattığı bir sürüsü ve gecelerini süsleyen billur yıldızlarıyla yaşarmış bu küçük mavi kız.

Onu herkes, herkes öyle çok severmiş de, o yine de mutlu değilmiş… Dünyaya soluk, cansız gözlerle kederli kederli bakarak hep;

- Her şey ne kadar renksiz, ne kadar ruhsuz… dermiş!

Ve böylece gökkuşağının yedi renkli özlemiyle yaşarmış.

Köyün bütün yakışıklı delikanlıları küçüğün bu mutsuzluğunu, bu yalnızlığını anlamaksızın ona sevgilerini sunmuşlar.

- Ah… evet! demiş küçük kız. Sevginiz ne kadar güzel. Ama benim dünyam ne kadar renksiz... Gökkuşağının asılı olduğu o renkli zirvelere ulaşıncaya kadar!

- İstediğin öylesine güçlü, sense öylesine solgun, öylesine inceciksin ki… demişler. Korkmuyor musun yarı yolda kalmaktan?

- Bana güç verecek insanı bekliyorum; biliyorum ki arzum beni dilediğim yere ulaştıracak o zaman.

Böyle dermiş ve eser geçermiş zümrüt çayırlarından ! Akar sularda dalgalanan soluk aksini seyreder, tabiat ananın büyüleyici musikisiyle tatlı rüyalara dalarmış.

İşte böylece, Demeter ananın doğayı özenerek süslediği ılık bahar günlerinden bir gün, kızın akarsudaki aksi yanına bir gölge düşmüş. Ve masmavi kız dalgalanan suda ateş gibi parlayan bir çift gözün kendisine baktığını görmüş.

- Söyle bana küçük kız, demiş kalın bir erkek sesi… Yolunu şaşırıp insanlar arasına karışan bir orman perisi misin sen?

- Eğer orman perilerini arıyorsan yabancı adam; diye fısıldamış kız; o ben değilim! Ben sürüsünü güden bir çobanım. Ya sen? Sen kimsin!

- Ben? Müziğini doğadan, şarkılarını sevgilerinden alan bir saz şairiyim!

Nefesi kızın ince telli saçları arasından sızıp, onun soğuk yüreğine kadar ulaşmış ve kızın benliğini hafif bir heyecana boğmuş…

- Eğer, diye fısıldamış kız, sudaki aksinden daha gerçeksen; sen benim beklediğim insansın…

Yaramaz meltem sularda dalgalanan iki başı birbirine karıştırınca küçük mavi kız arkasına dönüp saz şairine bakmış.

Erkek bir sögüt dalı kadar ince ve uzun boyluymuş. Güçlü kolları ile kızı sarmış; gerçekmiş bu ! Solgun küçük yüz pembeleşmiş, cam gözler parlamış.

Yaban gülleri ilk buse ile kızarmışlar; bülbüller aşk şarkıları söylemeye koyulmuşlar. Kır çiçekleriyse meltemle nazlı nazlı flört etmeye başlamışlar. Cupiton neşesinden taklalar atıp doğadaki binbir hedefini ok yağmuruna tutmuş o zaman.

Küçük kız mutlu imiş ve her şey öylesine güzelmiş ki o gün…

Sonra delikanlı hafif adımlar atarak ince gövdesiyle dalgalanırcasına yürümüş; özgür ve güçlü kollarını ona açıp:

- Gel ! demiş, Madem ki beni bekliyordun… Gel ! Ardına bakmadan, korkmadan, tut ellerimden ve yürü… Ne istediğini biliyorum. Sorgulamadan, sana verebileceğimden fazlasını beklemeden… Hayal gücünün erişemediği zamanlardan ve ülkelerden geçeceğiz; el ele… Gel.. Gel !

Ve beraberce yürümüşler, yürümüşler, yürümüşler…

Ben biliyorum; onlar ilk önce doğuya gittiler. Japon çiçekleriyle bezenip, Çin’in sarı aleminden geçtiler. Mısır’da delikanlının tatlı sesi ve büyülü müziği Firavunları bin yıllık uykularından uyandırdı ve onlar da küçük kıza zamanlarının gizemli güzelliğini armağan ettiler.

Çölün kızgın güneşi onların tenine değdi. Sonra Afrika’nın büyülü gizemlerini saklayan gölgeli ormanlarına girdiler. Akarsularda gölgeleri birbirine karışıyor, adımları arkalarında tek iz bırakıyordu. Cennet kuşları çevrelerini renklerle donatırken yollarının üzerindeki vahşi hayvanlar siniyor, tamtamların bitip tükenmek bilmeyen vuruşları kalplerinin atışlarına karışıyordu. Denizlere doğru uzandılar… Kıyılarında sirenlerin gizemli şarkılarıyla dans ettiler. Sonra bir gün de denizin koynuna daldılar. Poseidon onları saltanat arabasına aldı ve onlar da denizin garip müziği eşliğinde dans eden yunusları izleyerek bu esrarlı ülkenin mercandan saraylarından geçip bir gün Kıbrıs kıyılarında su yüzüne çıktılar.

Kıbrıs’ta onları bu kez de Afrodit karşıladı. Ve ta…. Olimpus dağına kadar çıktılar beraberce. Böylece Afrodit küçük kızın gözlerine sevdiği delikanlının hayalini nakşettirdi, ölümlü Araknia’ya…

Nihayet bir gece ay tanrıça Selene’nin saltanat arabasının peşine takılarak Venedik’e indiler. Selene gümüş elbisesiyle Venedik kanallarında yıkanırken kızın saçlarına gecenin siyahlığını dokudu; yıldızlarının pırıltılarıyla süsledi bu küçük başı. Ve delikanlı, kollarının arasında ruh ve renk bulan küçük sevgilisiyle gondolunu gecenin hayallerle dokunmuş gizli alemine itti. Mehtap önlerinde gümüşten bir yol çizerken, düşleri onlara Venedik’te billurdan bir ülke yaratıyordu. Bu öylesine güzeldi ki, mehtap bile onları seyre daldı da bu yüzden şafak aydınlığına yakalandı.

İspanya’nın güneşi kıpkırmızıydı… Kan vardı, al renkli şarap vardı İspanya’da ! Geceleri ateşliydi ve bu gecelerde şarapla küçük kızın dudakları al, al oldu. Delikanlı binbir kıvılcımın parladığı gözlerine baktı sevgilisinin:

- Aşık mısın küçüğüm?

Evet, Cupidon orada yayını çekmişti… Tam isabet!

Kız aşkın kanatlarını takmış yükseliyordu artık. İşte böylece iki sevgili Apollon’un ışınlarıyla süslenen zirvelere doğru yükselmeye başladılar.

Delikanlının mutlu ve güçlü eli onu yükseltiyor, yükseldikçe de hız kazandırıyordu. Kız bir gün kederle ardında kalan saz şairine baktı. Ondan artık daha fazlasını isteyemeyeceğini anlıyordu. Zira Cupidon’un okları delikanlının özgür yüreğine işleyememişti.

- Seninle mutluyum, demiş kıza; senin gözlerinde kendi aksimi gördükçe mutlu oluyorum. Ama görüyorum ki artık yanında yürüyemeyeceğim bir yolda ilerliyorsun. Yeter, gitme artık; dön… Böyle kal!

Küçük kız geri dönmemiş. Gök kuşağının dayandığı zirvelere kadar yükselmiş. Mutluymuş ama yalnızlığı etrafındaki bütün renkleri eritmiş, bitirmiş.

Zira bilinir ki, zirveler arzu edilir, ancak erişildiği zaman orada karanlık ve yalnızlıktan başka bir şey bulunmaz.

Dön!.. Dön! Dön!..

Oysa küçük kız orada mutluluğunu haykırırmış…

Günlerce… Aylarca… Ta… zamanın dışına kadar çıkarak. Bir gün de

“Mutluyum” diyen sesinden..

Ve gözlerinde delikanlının hayalinden başka bir şeyi kalmamış.

Aşk’ı yaşamış, o eriyip bitmiş…

Gök yüzünde küçücük bir bulut gibi..

unutulmuuuuuş…


Kaynak : Aydan Sümercan
Fotograf : victoriantrading.com


13 Ağustos 2006

Zafer Adidas'ın

İkinci yarısına yetiştiğim İngiltere Süper Kupa finalinin galibi maçı 2-1 alan Liverpool oldu. Sezon öncesi olduğundan herhalde 2 takım da ortaya çok gösterişli bir oyun koyamadı. Yine de izlenmeye değerdi ve çekişmeli bir maç vardı ortada; ayrıca yeni transferler ve en önemlisi Shevchenko yu çok merak etti gözler.

Finalin sonunda bana göre ne Shevchenko'nun performansı, ne Liverpool'un zaferi ne de maç öncesi Mourinho'nun Premier Lig'deki rakiplerine gözdağı veren açıklaması bir detayı gözardı etmemi engelledi. Bu da Adidas'ın zaferiydi. Bu sezona kadar Chelsea Umbro ile, Liverpool'da Reebok ile anlaşmalıydı. Gerçi Liverpool 80-90 yılları döneminde Adidas'la anlaşmalıydı fakat Adidas ne yaptı ne etti Premier Lig'in bu gözde 2 takımını giydirmeyi başardı. Sadece Britanya'da değil, özellikle Uzakdoğu ve Dünya'nın diğer bölgelerinde geniş bir taraftar kitlesi olan bu 2 takımın Adidas'ı tercih etmeleri, rakipleri Nike'a karşı aldıkları en önemli zaferlerinden biri olmalı.

İtalya'da Milan, İspanya'da Real Madrid, Almanya'da Bayern Munih (aralarında ömür boyu bir anlaşma var sanırım), ve şimdi İngiltere'de de Chelsea & Liverpool Adidas kullanacak. Yani eski görkemli günlere dönüş gibi. Avrupa'nın en önemli futbol mabedlerinde artık daha fazla Adidas formalı taraftarları izleyeceğiz. Marka ve reklam pazarlama harikası Nike tabii boş durmayacak ama önümüzdeki sezonu bekleyecek maalesef. Ayrıca Adidas'ın kızgın kardeşi Puma'nın tarihinde ilk kez bir Dünya Kupası şampiyonunu çıkardığı yıl ile aynı döneme denk gelmesi de ilginç.

Meraklısına birkaç bilgi:

Fifa'nın resmi hakem trio forması ve Fifa'nın resmi futbol topları : Adidas

Türkiye Futbol Federasyonu'nun resmi hakem trio forması : Adidas

Türkiye Futbol Federasyonu'nun resmi futbol topları : Nike


Fotograf :
Hürriyet Gazetesi

12 Ağustos 2006

Müthiş bir tv reklamı



Merkezi Washington'da olan ve 1992 yılında kurulmuş olan XM Satellite Radio firmasının tv reklamı. 60 saniyelik reklam filminin son 7 saniyesine kadar firma ve faaliyeti hakkında hiçbir ipucu vermiyor, baştan bitime kadar merak ve sürükleyicilik var, teknolojik efektler yerinde ve etkili kullanılmış. Sonuç olarak da böyle müthiş bir tv reklamı karşımıza çıkıyor.

Paranın satın alamadığı şeylerde var ...


Bugatti Veyron EB

Bugüne kadar 3 kişi test sürüşü sonrasında yetersiz bulundukları için otomobil satın alamamış. Bugatti yetkilileri : "Bugatti çok hızlı bir otomobil. Bu otomobil kontrol edebilecek deneyime sahip olmayanlar ölümcül kazalar yapabilir. Çünkü sürücü bir süre sonra direksiyonda tünel etkisine kapılıyor. Uzaklık, yakınlık ortadan kalkıyor, yoldaki nesnelerin görüntüleri deforme oluyor. Bu yüzden Bugatti' nin direksiyonunda kimsenin ölmesini istemiyoruz."

Özellikleri :
16 silindirli 7993 cc'lik bir motor, 4 tekerlekten çekiş sistemi, 7 kademeli otomatik vitesli şanzımanla, 4 adet turbo, 1001 beygir güç, 406 km/s maksimum hız,
0-100 kilometre 3 saniye, 0-300 kilometre 14 saniyede.

Kaynak : Bana ulaşan bir forward e-mail.

Merhaba

Çok da merak edilecek biri olmadığımdan kısaca kendimi tanıtmak istiyorum :
29 yaşındayım / Başak burcuyum / İşletme okudum / Reklam firmam var / İngilizce ve Almanca biliyorum
....

İlgilendigim Konular :

Reklam ve reklam pazarlama yöntemleri - Online reklamcılık - Web tasarımı -Grafik tasarımı - 3D Animasyon - Advertorial reklam çekim teknikleri - Marka yönetimi - Moral motivasyon - İş ve Toplum psikolojisi - Yazı fontları - Yeniçağ tarihi - Rus edebiyatı - Akdeniz kültürü - Futbol formaları ... ve Brit Rock.

Favori Sözler :
- Herşey önce düşüncede başlar.
- Ekonominin bozulduğu yerde ahlak da bozulmaya başlar.
- Muhammet Ali'ye 11 Eylul ile ilgili olarak bir sunucunun sorusu : "Bu saldırıları gerçekleştiren kişilerle ayni Din'î paylasmak nasıl bir duygu" sorusuna verdiği cevap, "Sizin Hitler le ayni Din'i paylaştığınız duygu gibi".